Sıradışı olmasıyla tanınan biriydi. Mesela sokakta yalınayak dolaşırdı. Atölyesi kalabalığın yoğun olduğu Kızkalesi' nin tam yanındaydı. Ama o, insanların varlığının farkında değilmiş gibi görünüyordu. Sanki hafızasını yitirmiş gibiydi. Ona göre keyfi nasıl istiyorsa öyle yapıyordu. Yalınayak gezdiği gibi.
Resimleri kendisi gibi acaipti. Tuhaf resimlerdi. İnsanları öyle çiziyorduki sanki ömründe hiç adam görmemiş gibi. Gözsüz, kulaksız çiziyordu onları. Soyut resimler değildi. Soyut ondan önce de vardı. O kendinden öncesini de unutmuştu. Resimlerindeki ağaçla kışın meyve veriyordu. Bunu, her bir doğa varlığında tabiatın bütün varlığının toplandığı şeklinde izah ediyordu. Kim bilir belki tabiat da hafızasını yitirmişti.
Resimlerini kendisi için çizerdi. Çünkü bu tuhaf resimleri kendi evinde görmek istemiyordu. Aslında onun varlığından da kimse rahatsız değildi, canının istediği gibi yaşasın. İsterse yazın sıcaktan değil, kışın tam ortasında sokaklarda yalınayak dolaşsın. Ama bizden uzak olsun. Sanki resimlerinde kara büyü vardı da, alanı efsunlayıp kendisine esir edecekti. Düşünebiliyor musunuz, evinize gelen misafire bu resmi gösterip, ' Bu eserin sahibi sokakta yalınayak geziyor ve kendisi de bu dünyada kendisinden başka kimse yokmuş gibi yaşıyor.' diyeceksiniz. Özgürlüğün bu kadarı da gülünç olurdu.
Ancak günün bazı anlarında yalnız olmadığına inanırdı. Örneğin çocukların okula gidiş- dönüş vakitleri. Çocukları çok severdi, onları gördüğünde, güzel şeylere olan inancı daha bir artar, ümitlenirdi. Hatta öyle ki bir keresinde ölmeyeceğini bile düşünmüştü onlara bakarak. Demem o ki, garip adamdı vesselam!
Aslında Rus okulunun çocuklarıydılar. Görünüşe bakılırsa çoğu da Rus idi. Ama olsun, çocuk çocuktur. Ancak, onlar çocuk gibi davranmıyorlardı. Yaşlıların aksine farklı olarak ona selam veriyor, el sallıyorlardı. Dönüşte ise topluca dönüyor ve kendisi de kapının önünde durur vaziyette, onun atölyesinin yanından geçiyorlardı. Yine ona el sallayıp , sevinç içinde bagrışıyorlardı:
- Selam, ressam emi!
- Üzülme, ressam emi, biz büyüdüğümüz zaman çok paramız olacak ve senin resimlerinin hepsini alacağız!
Böyle zamanlarda hemen içeri atölyesine geçerdi. Geçerdi ki, yeryüzünün en hüzünlü gözyaşlarını görmesinler. Çünkü bundan ötesi yoktu.
Bu Tanrı' nın merhametiydi.O kendi gereksizliğinden üzüntü duyarken, çocukların sevgisini onu avutmak için göndermişti.
Bir tek sır olan şuydu ki, o çocuklar onunk kederini nasıl anlamışlardı? Onlara kimse bir şey de söylememişti... Dünyanın tuhaf işleri var...
Onu avutan bir de duvarda asılı duran ressam önlüğüydü. Boyalardan kirlenmiş, bin bir renge bürünmüş önlük tarihi bir ziyaretin yadigarıydı. Hiç bir zaman unutamayacağı bir ziyaretdi.
... Süleyman Demirel'in Bakü ' ye geldiği dönemdi. Şehir merkezini gezerken yolu tesadüfen onun atölyesine düşmüştü. O, hemen o an işini birkaç dakikalığına bırakıp kapıya çıkmıştı. Sandalyenin üzerine oturmuş sigarasını içiyordu. O an kendisine doğru gelen insanları gördü. Öndeki Demirel'di. Hemen ayağa kalktı. Otomotikmen ellerini üstüne tuttu. Önlüğü kır içindeydi.
Belki de Demirel yeryüzünün en yalnız tebessümünü görüyordu. Ressamın yanına durdu.
- Ressam mısın?
- Evet, dedi elini üstüne tuta tuta.
Demirel:
- Ooo çok güzel, Ressamlığı severim dedi.
-Buyrun içeriye, bakın...
Demirel'in yanındakiler( onu şehirde gezdirmekte olan yetkililer) ressamın üstünün başının boya içinde olduğunu görüp, irkilerek geri çekildiler. O yalnız bu an boyalı önlüğünün farkına vardı, Demirelse hepsinin şaşkın bakışları arasında onu bağrına basıp kucakladı. Onun da üstü başı boya oldu. O iş bundan hiç rahatsızlık duymadan tebessümle ' bir başka sefere, hadi eyvallah, kardeşim' diyerek yanındaki adamlarla uzaklaştı.
Öylece bakakaldı onların arkasından. Demirel' in jesti ölen ağaçlar, ölen kuşlar, ölen insanlar hakkındaki hatıralarını - bir sözle hafızasını canlandırmıştı.
Süleyman Demirel'in üstüne başına bulaştırdığı o önlüğü hemen atölyesinin en mütena yerine asmıştı. Çünkü ona baktığında kendini insan gibi hissediyordu.
Tanrı ressamın gözyaşlarını bu defa insan sevgisi ile silmişti.
Sonra yine önceki gibi oldu her şey. Yine ağaçlar kışı meyve vermeye başladı.Onun eserlerine bakanlar yine dudak büktüler. Yine o ve tabiat hafızasını yitirdi. Yalınayak sokakta bir aşağı bir yukarı giderken insanların kendisine yönelen bakışlarına maruz kaldï yine.
Bir gün öyle sessiz sedasız kalbi duruverdi. Yine gereksizliğini gösterdi sanki. Bir insan ancak bu kadar garip olabilirdi.
Onun ölümüne sadece çocuklar ağlıyordu. Ancak biliyorlardı ki büyüdüklerinde o eserleri alacaklar. Ölümünden nice sonra da olsa. Yeter ki ona teselli olsun.
Onun ölümüne bir de Tanrı ağlıyordu. Çünkü ölümünden sonra on gün yağmur yağmıştı.
Sonra birden güneş çıkıvermisti. Bu defa Tanrı güümsemişti.