KANUNLARA HAKİM OLAN RUH VE YARGI

           Öncelikle “Adalet” Bakanlığının adının değiştirilmesini ve “Adalet”  kelimesi yerine  “Yargı”  veya “Yargılama Bakanlığı”  şeklinde değiştirilmesini teklif  ediyorum. Çünkü “Adalet” kelimesi, çağrıştırdığı anlam bakımından, bizim yargıya pek uygun düşmüyor. Adalet kelimesini hırpalamaktan başka işe yaramıyor. En iyisi, “adaletin”  zihinlerdeki  çağrışımını  korumak  için , çalışma bakanlığı, ekonomi bakanlığı gibi, adalet bakanlığı isminin de “yargılama bakanlığı” şeklinde değiştirilmesi pek isabetli olacaktır. Bir isim arıyorsak,  yargılama bakanlığı adı yeter. Nasıl “hakim” yerine  “yargıç”  diyorsan,  pek bir mahsuru  olmayacaktır.  
            Şimdi bakılan davalarda yargıçların  sayı ve bilgi  yetersizliği ve  işlerin çokluğundan dolayı ve de yargılamanın bu ağır yükünden  kurtulması için öncelikle ABD ve Avrupa’da  arabuluculuk ve uzlaştırmacılık  yargı içine alındı. Bizim kafamız Batıya endeksli  olduğundan, batıda yapılanların aynısını yapmak,  bizim için bir borç  haline geldi. 
             Meselenin kökünde ne var?  Bitmeyen ve artan suçlar ve davalar ve hukuki  ihtilaflar. Eldeki yargıç ve savcı sayısı ve memurların sayısı,  eldeki dosyalara ve davalara yetmiyor. Çare Nedir ?  Baktık , batılı ülkeler  ne yapmış ?  Uzlaştırmacı ve arabulucu diye  yeni bir sitem,  kişi ve kurumlarla  hukuka  yeni yapılar katmış;  öyleyse biz de yapalım dedik ve yaptık . 
              Öncelikle  hiç de hukuk  eğitimi  almamış ve avukat olmayan devlet memurlarının, küçük bir kurs ve seminerle, ceza davaları için, bazı basit suçlarda  uzlaştırmacı yapılması, hukuk sistemini bozsa da, uymasa da; bazı memurlara ek gelir sağladığı için iyi oldu deyiverdik. Birsiyle kavga ettiniz;  itiştiniz ve kakıldınız , mağdur edildiniz, siz şikayete gidiyorsunuz; adam size iki tokat aşk etti; sizi dövdü ve sövdü. Hemen savcılık dosyayı uzlaştırmacıya  gönderiyor. Sizi uzlaştrımacı  arar,  der ki: “uzlaşmayı kabul ediyor musun ?”   Baktınız “adalet” yok ,  “yargılama”  var. “Bari uzlaşayım.”  Böylece,  siz  davanızdan vaz geçersiniz;  karşı taraf da yargılanmaktan  kurtulacak. Zaten yargılansa da ceza alsa da yatmayacak;  zararınızı  ödemeyecek. Size  husumeti de devam edecek;  “peki”  der  ve uzlaşmış olursunuz. Pek böyle bir sistem getirdiğinizde ,  adli olayların ardı arkası kesildi mi,  arttı mı ? Bunu istatistikçilerimiz söylesin. Nasıl vaziyeti kurtardık mı !   
        Hukuki ihtilaflarda, karşı taraftan alacağınız var, alamadınız;komşuyla geçinemiyorsunuz ;   komşudan  yol istiyorsunuz;   müşterek araziniz var ,  anlaşamıyorsunuz;  kime gideceksiniz :  dava ön şartı olarak  arabulucuya  gideceksiniz ve böylece davalar ve ihtilaflar  daha kısa sürede çözülürmüş.  
          Medeni Kanunda , komşuluk hukuku  içinde diye  , ortaklığın giderilmesi davalarını ve geçit hakkı davalarını,  arabuluculuk ön şartına   kim katmış olabilir derseniz ;  ben söyleyeyim : Ömrü hayatı içinde , hiç ortaklığın giderilmesi davasını görmemiş ve yaşamamış;  ömrü hayatında geçit hakkı  davası açmamış ve yaşamamış bir kişi  bu konuları arabuluculuk  içine sokmuştur diyebilirim. Yoksa, hepten  kötü niyetli olduğu  ortaya çıkar. 
          Düşünün bir taşınmazda, iki veya üç hissedarsınız ; kendi aranızda, anlaşarak, taşınmazı  satıp parasını paylaşabilir  ya da hissenizi  diğer  hissedara satabilir  veya  onun hissesini  satın alarak aradaki ortaklığı  giderebilirsiniz. Bir engel mi var ?   Peki bunu yapmazsanız ,  nereye gidersiniz; mahkemeye. Mahkemeden Satış yolu ile ortaklığın giderilmesini talep edebilirsiniz;  ama size yasa koyucu ve mahkeme  diyor ki: “Sen önce arabulucuya git.”   Sen diğer hissedarla  anlaşamıyorsan, seni arabulucu anlaştıracakmış !  Bu düzenlemenin  absurtluğu şöyle:   Bir taşınmaz var ; belediye imar uygularken  kast-ı mahsusla  imar uygulamasında  350 kişiyi bir parsele  hissedar yapmış;   sizin hisseniz de üç beş metrekare , dava masraflarını karşılamıyor.    Ne yapacaksınız?   Veya bir taşınmazda mirasçı olarak 30 kişisiniz,  kiminle anlaşacaksınız ?  Arabulucu 3 aylık  sürede ,  bu anlaşmayı nasıl sağlayacak ?  İşte bu konuları hiç bilmeyen birisi çıkmış; bu ihtilaflar için, “arabuluculuk ön şartı”  düzenlemesi yapmış. 
         Yine bir araziniz var, yolu yok;  size yol lazım;  ne yapacaksınız ?  Çevre komşularla biri veya birkaçıyla anlaşırsan,  tapuya gidip geçit hakkı kurdurabilirsin. Anlaşamıyorsan, mahkemeye gidip  geçit hakkı talep edebilirsin. Ama, Mahkeme  diyor ki: “Önce arabulucuya git”. Arabulucu, yolun en az masrafla, en kısa yerden nereden  geçeceğini bilebilir mi ? Bilemez. Kim bilir haritacı ve GMD bilirkişisi. Arabulucu bu bilirkişileri alıp gitse,   mahkemeden farkı kalır mı, kalmaz. Niye  yargılama  yolunu kısaltacağım derken, bu yolun  uzatıldığını  kime  anlatacaksın ?
        Sözün özü şu : Her kanunun  arkasında,  olaylara ve vatandaşlara bir bakış  açısı ve ruhu ve felsefesi vardır. İşte kanunlara asıl hükmeden bu ruhtur.  Öncelikle, yasa koyucunun, alacaklı-borçlu, suçlu-mağdur, haklı- haksız olarak  kimin yanında olduğunu, yasa koyucunun kanunları çıkarırken yaptığı   düzenlemelerden anlarız. Mesela bizim icra ve iflas yasamız,  sosyalist bir ruhla yazılmıştır. Nasıl yani diyeceksiniz?  Alacaklının kapitalist ve sömüren olduğu;  borçlunun  ezilen ve gariban ve yardıma muhtaç  olduğu;  zalim alacaklının elinden bu borçlunun kurtarılması lazım geldiği  şeklinde bir düzenleme yapılmıştır.  Ayrıca,  icra iflas sistemini  işletirken, bu sitemden geçinen,  alacaklı ve borçlu dışında , taksici, bilirkişi, yedieminlik başka  meslekler de üretilmiştir. Alacaklıyı hırpalamak, borçluya genişçe bir dans alanı bırakmak, bizim icra ve iflas sistemimizin olmazsa olmazıdır. Öyle borçlun her şeyini de  haczedemezsin; borcu ödemek istemiyorsa ,ödemeyecektir.   Alacaklı kişi demek , varlıklı kişi demektir.  “Sende var ki , verdin ;  olmasa ,  vermezdin”  anlayışı ile  yasalar düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu sistematiğinde de,  olay olmuş, adam ölmüş; namus gitmiş,  kol kesilmiş, bacak kopmuş  ve vatandaş heder olmuş;  gerçek adalet kıssas olduğu  için, bizim sistemimiz, “kıssası” gericilik alameti görmüştür. Ben senin  kolunu koparayım , gözünü  kör edeyim, sonuçta bir kaç sene yatar çıkarım; hepsi bu. Ceza sistematiğinde, mağdura ve maktule verilen maddi ve manevi zararların telafisi söz konusu  bile edilmez. Mesela Trafik kanununda, diyelim ki  , kaza sonucu kusurlu hareketinizle birisinin ölümüne sebep oldunuz ; bir hayat karşılığı alacağınız ceza iki yıldan altı yıla kadardır.  İlk defa suç işliyorsanız alt sınırdan iki yıl ceza alırsınız. Verilen cezayı da infaz  kanununa göre yatıp yatmayacağınız  ayrı  bir hale sokulmuştur. Sonucu söyleyeyim:  bizim ceza sistematiğine  göre, bir insanın hayatının değeri , o hayatı ortadan kaldırana  verilecek ceza ile iki yıl hapiste kalma  kadardır.  Nasıl , “adalet”  yerini  bulmuş mudur ? Birisinin   vurdum duymazlığı,  umursamazlığı, tedbirsizliği, insan hayatına  saygısızlığı, sizin ya da sevdiğiniz birinin canına mal olmuştur. Adama verilen  ceza iki yıl ;  altı yıl olsa ne yazar!  Giden geri gelecek midir? Şimdi bu yasal düzenleme içinize  siniyor mu?  İçiniz rahat mıdır. Ben söyleyeyim:  kazayı yapıp ölüme siz sebep olmuşsanız, “işte adalet budur! ”. Peki mağdur ve yakını iseniz, “Biz adalet istiyoruz. Yasa koyucu kimin yanında yer almıştır veya insan hayatına ne kadar değer veriyordur, bunu bir düşünün. Peki böyle bir ceza sistemi , trafik kazalarını  ve olayları azaltmış mıdır?  Yani sanığı ve suçluyu “adaletin elinden kurtarma operasyonu sonucu , ülkedeki trafik  kazaları sayısı artıyor mu ; azalıyor mu ? Mesela , ben desem  tam kusurlu bir trafik kazasında ölüme sebebiyet veren kişi , ölümüne sebep olduğu  kişi başına  30 yıl hapis yatmalıdır. Mal varlığına tedbir konulmalıdır.  Mağdurun  veya maktulün  mirasçılarının zararlarını,  mal varlığıyla karşılamalıdır” desem ; siz bunu kabul eder misiniz?  Bakın,  kimler böyle bir düzlemenin insan haklarına aykırı olduğunu  söyleyecek ? İşte bu şekilde söyleyenler, trafik canavarının tam kusurlu hareketiyle öldürülenlere “insan” diye bakmadığını   görürsünüz. 
             İşte şu insan hayatına ne kadar değer verdiğimizi, işte bu yasalarla  ortaya koyuyoruz. Siz ne dersiniz?  Hangi taraftasınız?  Bizim çocuk biraz içmiş ;  kafayı dağıtmış, , gitmiş adamı, çocuğu ezmiş, yazık oldu; olmasa iyiydi ama, bunun  için de hapis yatılmaz ki,  daha sokakta öldürecekleri onu bekliyor mu diyeceksiniz?   Ölen öldü ,  geri getiremeyiz , şimdi bu katili nasıl kurtaralım  da ; artık  topluma barış gelsin mi diyorsunuz ?  İşte kanunların  arkasındaki  ruh budur. Önce hangi tarafta olduğunuza bakın.