MEŞRU DEVLET OLABİLMEK

Hukuki bir düzene, hakka, hakikate, ahlaka ve adalete uygun olma olarak tanımlayabileceğimiz bir terim olmakla; hem beşeri ilişkilerde, hem de devletin gücünü kullanma yolunda ve hakkın ve gücün kaynağını oluşturmada uyulması lazım gelen, yetki ve görev bakımından olması gereken hale meşruiyet diyebiliriz. Güçlü olmanın, kurnaz olmanın, tecavüz etmenin, aldatmanın, çalmanın, meşru olmaya ve haklı olmaya yeterli olmadığı; ancak Batı medeniyetinde, meşru olmanın, güçlü olmakla sağlandığı ve sağlanabileceği bir medeniyet anlayışında yaşıyoruz.

Bu güçlü olma hali veya yetkiyi elinde bulundurma hali, gücü ve yetkiyi tasarrufunda bulunduranın, şahsi menfaati veya yakınlarının menfaati, yaptığından haz duyması, kendini tatmin etmesi, gücü ve yetkiyi kullanacak kişi için, yaptığı işin –kendisine göre- meşru olması için yeterli ve haklı bir sebeptir. Bir kanunun, kanun çıkarma sistemi içinde, sistemin uygun gördüğü usule uygun şekilde çıkarılması ve resmileştirmesi, meşruluk için yeterli olabilir mi? Hukuk düzeninde evet, ama hak temelli meşru anlayışta hayır.

Resmi ve rızaya dayalı bir evlilikten, evlilik içinde doğan bir çocuk, meşru bir çocuk olduğu, evlilik dışı ve rızaya aykırı bir birliktelikten veya tecavüzden meydana gelen bir çocuğun gayrı meşru olduğu, bütün hukuk sistemlerinde kabul edilmiş bir gerçek olmakla birlikte; şahsi ve kamu gücünü elinde bulunduran bütün bürokratik organların, meşruiyetini sağlaması için, yetkili olmada, rızaya dayalı olmada, hak temeline dayanarak meşru olabilmesi gerektiği açıktır. Kanun koyucunun, sadece yetkiye dayanarak, belirli kendi çizdiği usullere uyarak, kanun çıkarması meşru olması için yeterli değildir.

Mesela bir darbecinin, bir gece yarısı millet uykuda iken, geceleyin darbe yapması ve iktidarı yetkisini ele geçirmesi, her ne kadar ülkenin yalaka bütün hukukçuları tarafından fahri doktora cübbesi giydirilse de, iktidarın kaynağını meşru ve haklı kılmaz. Parlamentonun veya yasama gücünün oluşturulma şekli, haklı ve meşru ve ahlaki olmadıkça, rızaya dayanmadıkça; aldatmaya, paraya ve maddi güce ve tehdide ve birilerinin tavassutuna dayandıkça, ne parlamentonun meşruiyeti vardır, ne de yaptığı kanunlar meşrudur.

Belirli sermaye çevresinin ve bazı güç odaklarının, gayrı meşru gücünü kullanarak oluşturmuş olduğu meclisten çıkacak kanunlar ve yasal düzenlemeler; yine güç odaklarının emir ve tavsiyesiyle vücut bulacağından, artık meşruluk ve hakkaniyet söz konusu olmayacaktır. Genelde kanunları ilk çiğneyenler, o kanunları ilk yapanlardır. Kanunların ve meclisin üzerinde ilahi bir iradenin olmadığı, seküler ve laik sistemlerde hak ve adalet ve meşruiyet aramak ve beklemek ahmaklığın açık bir tezahürüdür. Eşit şartlarda ve eşit imkanlar içinde olmayan, kişiler arasında baştan itibaren iltimas üzerin kurulan bir sistemde, ne bürokrasi meşrudur, ne de seçilmişler.

Birilerinin iradelerini sıfırlayarak, kendisine sorgusuz ve sualsiz metbuiyete hazır kişilerden oluşturulmuş heyet ve kurulların, yine meşru ve adaletli bir çözüm üretmeyecekleri asıldır. Aradaki asıl istenen ve gizlenen haksızlıkları ve gayrı meşruluğu gizlemek ve üstünü örtmek için, yine adalete ve nesafete uygun bazı düzenlemelerin yapılması, bir sistemi ve rejimi meşru kılmaya yeter mi? Yetmemesi lazım. Çünkü aradaki meşru olmayan düzenlemeler ve yetkiler, bütün sistemi zehirlemeye yeter de artar bile.

Bir ülkede, günlük asgari ücret veya bir memurun aylık maaşı herkes tarafından bilinir. Birileri, bu ücret ve gelir sistemi içinde, bir gecede, bir günde veya birkaç gün içinde idarenin bir düzenlemesiyle, akşam fakir yatıp sabahleyin zengin kalkıyorsa, ya da bir piyango biletiyle bir anda çok zengin ve milyonlara sahibi olabiliyorsa, kazanmada ve gelir elde etmede; artık meşruiyet kalmamış demektir. Çünkü, bu rejim birilerini dar ve sınırlı bir alanda tutarken, birilerine bir anda uçurmaya, köşeyi döndürme hakkını verdiğinde, meşruiyetini kaybetmiş demektir.

İmar kanununa ve imar uygulama yetkisinin nasıl cereyan ettiğine baktığımızda, kazanç elde etmenin ve gelir etmenin gayrı meşruluğunu açıkça ortaya sermektedir. Bir ülkede eğer birisinin bir saatte kazandığını, başka biri bir ömür boyu kazanmıyorsa, artık bu ülkede, birileri yarı tanrı - yarı insan şeklinde bir ucube yapılmakta; diğerleri de “maraba” kalmakta iken; böyle bir sosyal düzende, ahlaksızlık ve haksızlık ve kötülükleri kimse önleyemeyecektir. Siz istediğiniz kadar yaldızlı ve övücü sıfatları, rejiminize ekleyebilirsiniz; ama meşruiyetinizi kaybetmişsinizdir.

Vergilendirmede, maaşları tayinde, emeklilik şartlarını oluşturmada, açılan krediler ve hibelerde, kıstas alınan hesap cetvelleri, sosyal düzende güç odaklarının etkisiyle – sevkiyle oluşturulduğunda adaletsizlik ve haksızlık kapısı açılır. Devletin vatandaş için ileri sürdüğü şartlarda, haksızlık, eşitsizlik, iltimas geçme, tercih hakkının keyfilik taşıması devam ettikçe meşru bir devlet yapısından söz de edilemeyeceği açıktır. Adalet, sadece zulme uğranıldığında; hak, sadece haksızlığa muhatap olunduğunda kendimiz veya yakınımız için isteyebileceğimiz; ama haksızlık ve menfaat elde etmek lehimize olduğunda, asla hatıra getirmediğimiz hak ve adalet anlayışıyla; aslında kendi meşruluğumuzu kaybederiz.

Şöyle düşünelim. Bir ülkede bütün hakimler ve yetkili kurulları seçilirken, mesleğe alınırken, tayin yapılırken veya görevde yükseltilirken, hep birilerinin tavassutuyla haksız bir şekilde göreve alınsın ve bu haklar tavassut, iltimas, şahsi haksız menfaat ile elde edilsin; sonra da siz bu sistemin içinde adalet, hakkaniyet ve meşruiyet arayınız. “Eşyanın tabiatına aykırı” denilen şey bu olsa gerek.

Türk ceza hukuk sistemi şöyle çalışır: vakıa adam ölmüş, yaralanmış, kişi tecavüze uğramış, alacaklı malını veya parasını kaybetmiş, dolandırılmıştır. Sistem bakış tarzı şöyledir: şimdi ölen kişiyi geri getiremeyeceğimize, kesilen kolu yerine takamayacağımıza, uçup giden alacağı elde edemeyeceğimize göre; kirlenen namusu temizleyemeyeceğimize göre, geride kalan katili, hırsızı, gasıbı, suçluyu, dolandırıcıyı nasıl en az zararla adaletin elinden kurtarabiliriz? Şimdi böyle bir sistem meşru olabilir mi?

Gerçek adalet kıssastır. Kıssasın olmadığı yerde meşruiyet ve adalet olamaz. Hırsızın eli kesilsin, haksız yere adam öldüren katil, aynı şekilde katledilsin, dolandırıcı aldığını geri vermedikçe, hapiste en kötü şartları içinde yaşamaktan ve açık ceza evinde çalışarak ödemedikçe çıkmasın desen; ne kadar çağdaş ve ileri aydın, laik, bedava demokrasi havarisi bir güruh ayağa kalkar; “işte gericiler ülkeyi ele geçirecekler, bize hayatı zehir edecekler” diye ortalığı velveleye verirler. Aslında bunların savundukları nedir? Hırsıza, zalime, gaspçıya, katile daha fazla faaliyet alanı temin etmektir. Gerçekte savundukları budur.

İnsanı yaratan kim diye sorsan, birkaç dinsiz hari