Bize dinsizler, münafıklar, cahiller ve gafiller tarafından şöyle bir şeriat tasvir edildi : “Kanlı bir balta, sonra fışkıran kanlar içinde kesilmiş bir kol ve acı ve ızdırap içinde kıvranan bir insan” ; ya da, “eli bir kırbaçlı zalim bir erkek ; zavallı kadınları ve kızları bir odaya zorla hapsetmiş ve kilitlemiş ; bu zavallı kadınları simsiyah peçe içinde döve döve kapatmış” ; “çığlıklar feryatlar içinde kalan bu kadınları her gün kırbaçlayan , şalvarlı, çember sakallı, iri göbekli, sarıklı, cübbeli bir vahşi koca”. İşte “şeriat” dediğiniz budur diye böyle bir şartlandırma ve yönlendirme içinde zehirlenen bir nesil. Böylesine bir algı yönetimiyle toplumu ve fertleri kandırmak ve aldatmak, sonra da, “ Ne yaptık be! Okumayan ve araştırmayan ve cehaletiyle bize inanan bu salaklara, “şeriatı” böylece yutturduk.” diye atılan ahlaksız kahkahalar. Böylesine yanlış ve ahlaksızca yönlendirilen ve aldanan ve aldatılan cahil toplum ve sonuçta hepsi şeriat düşmanı. Adamın cehaletten kitap okuyacak, araştıracak hali yok, ama Müslüman , ama şeriata karşı !
Şimdi ben de size , Avrupa medeniyetinin ve kahrolası çağdaşlığını senaryo olarak değil, reel yaşanan gerçek olarak anlatayım: İnsana düşmanlığını elindeki köpek sevgisiyle dengelemeye çalışan insanlar ; “evliliği” gericilik addedip; eş cinselliği benimsemiş insanlar; sokaktan kimsesiz küçücük çocukları kaçırıp tapınakların altında onlara tecavüz edip , sonra da korkulu anlarında enselerinden kanlarını akıtıp , bu kanları, gençlik aşısı olarak içiren ve içen kapitalist zenginleri ve siyasi liderleri . Eş cinselliği yasal olarak kabul etmiş devletler. Öz kızlarına küçük yaşta cinsel tacizde ve tecavüzde bulanan babalardan oluşmuş toplumlar. Nikahlı evlilikle kurulan aileyi, gericilik olarak kabul eden ve boşanan ve hiç nikahlanmamış kadın erkeklerden oluşturulan toplumlar. Doğurduğu , çocuğun babasının hangi erketen olduğuna dair test yaptıran kadınlar. Nikahsız birlikte yaşamayı –zina gericilik olduğundan - çağdaşlık olarak kabul etmiş toplumlar. Sonra yerlerinden ve yurtlarından edilen sivil halkı tank top tüfek ve uçakla bombalayarak öldüren katilleri alkışlayan çağdaş Avrupa Medeniyeti temsilcileri. İşte sizin çağdaşlığınız ve batı uygarlığınız. Alın tepe tepe kullanın .
Meseleyi ilmi disiplin içinde kaynağından öğrenmek gerekirse; Ferit Devellioğlu’nun Osmanlı Türkçe sözlüğüne baktığımızda, şeriat şöyle tarif edilmiş:
“Şeriat : (1) doğru yol , (2) Allah’ın emri , (3) Ayet, hadis ve icma-i ümmet esaslarına dayanan din kaideleri.” demekmiş.
Şeriat-ı Garra : İslam Dini, demek.
Şeriat-ı İseviyye : Hz. İsa’nın şeriatı.
Şeriat-ı İslamiyye-i Muhammediye-i Ahmediyye : İslam Şeriatı.
Şeriat-ı Museviyye : Hz. Musa’nın şeriatı.
Şeriat-ı Sabie : Hz. İbrahim’in şeriat.
Şimdi bizim ülkemizde, Şeriat’ın bir hukuk sistemi olduğunu bilmeyen ve kabullenmeyen bir sürü cahilin veya ahlaksızın var olduğunu kabul edelim. Eğer bu şeriatı, hukuk sistemi olarak görmeyen kişi, ayrıca bir hukukçu kimliği de taşıyorsa, hem edepsiz, hem de kötü niyetlidir. “Dinin bir hukuku olamaz” diye bağıranlar, bizim tercüme ettiğimiz İtalyan Ceza Kanunun ve İsviçre Medeni Kanunun ve İsviçre Borçlar Kanunun, Roma Hukukuna dayandığını; bu hukukun da eski dini kayıtlardan geldiğini ve geliştirildiğini bilmeyenlerdir. Kendi zanlarına göre ve dinsiz bir hukuk olduğunu zannedenler, hem yalancı, hem cahil , hem yüzsüzdür. Eğer birisi bize , eski Roma hukukunun , eski dini kayıtlarına dayandığını bildiği halde, bunu, bize “dinsiz bir hukuk” gibi anlatıyorsa, bizimle alay ediyordur. Artık, bu kişilerin sözüne itibar edilmemeli ve muhatap alınmamalıdır.
Şeriat , “doğru yol” olduğuna göre, şeriata karşı gelenler, aslında doğru yola karşı olanlardır. Ama şeriat denilince; bizde , sadece İslam Hukuku kast edilir. Oysa, Hz. İbrahim’in Şeriatı da , Hz. Musa’nın Şeriatı da , bir hukuk sistemidir. Bilhassa İslam hukuk sistematiğine göre, “şeriat” dediğimiz hukukun, “geri” olduğunu söylemek bir ahlaksızlık olup itibara alınmamalıdır. Bize bir dinsizin, Roma Hukukunun temeli olan eski Roma dinlerinden gelen hukuku, sanki “dinsiz hukuk” varmış gibi anlatan şarlatanlara neden itibar edilsin ki !
Evet bu ülkede, İslam’ ı kast ederek “şeriata karşıyım” demek ve karşı olmak , dinsizliğin açık bir ifadesidir.
Şeriat, İslam hukuku olarak çok ince ayrıntılara sahip bir hukuk sistemidir ve insan hayatını aralıksız bir şekilde kuşatmış ve düzenlemiştir. Dünyada hiçbir hukuk sistemi, İslamiyet kadar , insan hayatını bütünüyle düzenleyememiştir. Elbette Hz. İsa Şeriatına bağlı olarak, veya Hz. Musa şeriatına bağlı olarak, İslam Şeriatını, kendi şeriatlarına aykırı buldukları için kabul etmeyenlere diyecek bir sözümüz yoktur. Ama, benim şeriatım hukuk sitemidir; senin şeriatın hukuk sistemi değildir diye, fikir yürütmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Başka dinlere ve kültürlere bağlı inananların, kendi şeriatları ve hukuk sistemleri olduğu için ve öyle inandıkları için İslami Şeriatını kabul etmemeleri veya karşı olmaları makul ve olması gerekendir. İslam şeriatı gerçekte en mükemmel bir hukuk sistemidir; İslam Şeriatı “hukuk sistemi değil” demek yanlıştır. Biz Müslümanlar diğer şeriatları ve hukuk sistemlerini inkar ve red üzerine yapılanmış bir zihniyete sahip değiliz.
Şimdi içinde yaşadığımız bu toplumda, İslam Şeriatına karşı olan ne kadar kişi varsa, eğer bu kişiler, diğer şeriatlara bağlı değilse, işte bunlar açık dinsizlerdir. Halbuki , daha dinsizliğin açık ve net bir hukuk sistemi de oluşturulamamıştır. Dinsizliğin , dinler şeriatı kadar açık bir hukuk sistemi de yoktur. Mesela dinsizlikte “nikah” yoktur ; nikah , terimi de namaz , oruç, hac ve zekat gibi dini bir terimdir. Nikah olmayınca, boşanma hukuku ve nafaka hukuku , çocuk hakları da yoktur . Aslında , dinsizlik , büyük mütefekkir Cemil Meriç’ e göre Latin zihniyetinin bir sapıklığıdır.
Dinsiz bir kişinin, İslam şeriatını, yani hukuk sistemini kabul etmemesi , hayatın olağan akışına uygundur. Zaten diğer dini şeriat sistemleri de , İslam’ı kabul etmiyor. Ancak, Türkiye’ de tercüme kanunlar sisteminin, dinsiz bir hukuk olduğunun söylenmesi ve iddia edilmesi veya zannedilmesi, önümüzdeki dinsizin sapıklığından başka bir şey değildir. Avrupa’ dan alınan tercüme kanunların önüne “Türk” yazarak , “asıl hukuk” sistemi olduğunu iddia etmek , İslam’ın bir hukuk sistemi olmadığını iddia ederek ileri sürmek bir şarlatanlık ve edepsizliktir. Kabul etmemek ayrı, inkar etmek ayrıdır. İslam’ın bir hukuk sistemi ve düzeni olduğunu, sizin kabul etmemeniz, sizi bağlar ; sizin zanlarınız , fiiliyatta var olan İslam hukuk sistemini – Şeriatı- yok edemez. Sadece zihninizdeki dinsizliğe kılıf bulmak için, İslam’ ın hukuk sistemini – şeriatı “yok” demek veya “çağdışı” diye ileri sürmek, kendinizi ve muhatabınızı kandırmaktan başka, pis bir yalancılıktan başka bir şey değildir.
Bu ülkede, İslam hukuk sistemine dayanan Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Kanunları vardı. 1839 Tanzimat Fermanı ile, Avrupalılaşma uğruna batıdan tercüme kanunlar alındı. Cumhuriyet döneminde 6 Nisan 1926 da kabul edilen tercüme Türk Borçlar Kanununda , eğer mecelle kanunlarında göründüğü gibi , hukuki ihtilafları en ince ayrıntısına kadar açıkça ortaya koyan , hakime ve İstinafa hakimlerine ve Yargıtay’ a yorum hakkı bırakmayan , kanun içinde dans etme hakkı tanımayan aşağıdaki maddeyi okuyun da , bin yılda geliştirilen bir hukuk sisteminin mükemmelliğine bakın . Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Kitabının, Emanet kitabı bölümünde:
Madde 771. “ Bir kimsenin elinde iken, diğer birinin malı kazara telef olduğunda, eğer sahibini izni olmaksızın almışsa, mutlak tazmin eder. Ve eğer sahibinin izniyle elinde emanet olarak bulunduğundan tazmin etmesi gerekmez. Fakat beğenirse satın almak amacıyla teslim almışsa, bedel belirlenmişe, tazmin etmesi gerekir.
Mesela bir kimse (cam eşya) dükkanında kendiliğinden bir kase alıp da, elinden düşürerek kırılsa, tazmin eder. Ve eğer sahibinin izniyle alıp da bakarken yere düşüp kırılsa tazmin etmesi gerekmez. Ve o kase, bir takım kaseler üzerine düşerek kırılıp onları da kırsa, bu kaselerin tazmini gerekir. Ancak o (düşen ) kase emanet olmakla yine onun tazmini gerekmez. Ama “ bu kase kaç kuruşadır ” deyip dükkancı da “şu kadar kuruştur” al , dedikten sonra eline alıp da yere düşürerek kırılsa tazmin eder.
Ayın şekilde bir kimse şerbet içerken , şerbetçinin bardağı elinden düşüp de kırılsa ödünç sayıldığından emanet olmakla tazmin etmesi gerekmez. Fakat kendisinin kötüye kullanımından dolayı düşürse tazmin eder.
Eğer, bu kadar ince ayrıntıya sahip bir hukuka ve kanun maddelerine eş değerde, çağdaş saydığınız tercüme Türk Borçlar Kanununda, bir tek madde bulursanız , gösteriniz. Yoksa, Avrupa’dan devşirilen tercüme kanunların önüne “Türk” kelimesi yazarak , “çağdaş” ve “ileri” olduğuna dair yalanlarınıza utanmıyorsanız, devam edin ; daha aldatacağınız daha çok kişi var.