YÜREKLERİ PARÇALAYAN BİR DEPREM ÖYKÜSÜ

Daha ne öyküler çıkacak, ne şiirler, romanlar yazılacak, ülkemizi yasa boğan bu felaketin ardından. Şimdiden yazılmaya başladı bile.

Kahramanmaraş' ta depremi birebir yaşayan sevgili şair, yazar dostum Lütfi Bilir' in kaleminden yürekleri paramparça eden yaşanmış bir öykü:

"Değerli Dostlarım,

Bugün sizinle, bir arkadaşımdan dinlediğim acı bir Deprem Öyküsünü paylaşmak istiyorum. Bu acı olayı dinlediğim andan beri inanın kendimde değilim. Sizin de whats-up’ta paylaşmanız dileği ile sizlere paylaşmak istedim.

PERPİL TANESİ

Depremin sekizinci günüydü. Başında beklediğimiz enkazdan çıkarılan dayımın, ceset torbasına konulmuş bedenini Sütçü İmam Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nin morgunun bulunduğu yere getirmiştik. Sırada bir dolu cenaze arabası vardı. Bizim cenazemizin bulunduğu araç da sıraya girdi. Ortalık ana-baba günüydü. Herkes cenazelerinin bulunduğu araçların etrafında kümelenmiş, sırasını bekliyordu. Bir ara arabamızın yanından uzaklaşıp morga doğru yöneldim. Kapısı kapalı olan morgun hemen önündeki sandalyede, her halinden yorgun ve bitkin olduğu anlaşılan biri oturuyordu. Sigarayı tutan eli titriyordu. Yanına yaklaşıp selam verdikten sonra; “yıkama görevlisi misiniz” diye sordum. Başını hafifçe kaldırıp kısaca; “evet” dedi. Dışarıdan mı geldiniz diye sordum. “Evet, bir gurup gassal olarak doğu vilayetlerinden geldik, Diyanet’in görevlendirmesiyle.” Sorularıma mümkün olan en kısa cevapları veriyordu. Sanki konuşacak mecali bile kalmamış bir hali vardı. Elindeki sigara bitmişti. Cebimden paketi çıkarıp ona da ikram ettim. Çekingen bir tavırla paketten bir sigara çekerken; “ben bu mereti bırakalı on beş yıl olmuştu, burada yeniden başladım” dedi. Doğal olarak ben de; çok mu kötü şeyler yaşadınız burada, çok mu acılıydı, diye sordum. “tarif edemem, anlatamam ki. Hem hangi birini anlatayım”, dedi. Ben de; lütfen sizi en çok etkileyen birini anlatabilir misiniz, diye ricada bulundum. Şöyle birkaç saniye gözlerimin içine bakıp, sigarasından derin bir nefes çekip, dumanını göğe savurduktan sonra anlatmaya başladı. “Biz burada kadın ve erkek gassallar olarak günde yüzlerce mevta yıkıyoruz. Artık öyle oldu ki her on dakikada, bir ölüyü yıkayıp varsa sahibine, sahibi yoksa da devlet görevlilerine teslim ediyoruz. Dün bir olay oldu. Ceset torbası içinde bir cenaze getirdiler. Cesedin bir kadına ait olduğunu söyledikleri için, biz gasilhaneyi kadın gassallara bırakıp dışarı çıktık. On dakika geçti ceset dışarı çıkarılmadı, yirmi dakika geçti yine çıkmadı. Yarım saati geçince, ben gasilhane kapısını tıklattım. Kapıyı açan kadına; niye bu kadar geciktiniz, dışarıda onlarca cenazenin beklediğini bilmiyor musunuz diye çıkışınca, kadın bana gözyaşları içinde; “içerdeki kadının kucağında, sıkı sıkı sarıldığı bir de bebeği var, deminden beri kadının kollarını açıp bebeği almaya çalışıyoruz ama bir türlü kadının kollarını açamadık. Ne yaptıysak olmadı. Şimdi ikisini birlikte yıkıyoruz” dedi ve kapıyı kapattı.” Bunları anlatırken gassalın gözlerinden perpil tanesi gibi gözyaşları dökülüyordu. Daha başka bir şey soramadan, boğazımda düğümlenen bir şeylerle oradan uzaklaştım."