ÖMER KARAYILAN' IN KALEMİNDEN TARIK BUĞRA
Yazıyı Mersin'de yaşayan sevgili dostum Baha Akıner' in sayfasında okudum. Oldukça uzun bir yazıydı ama Baha Akıner dostum " her ne Baha' sına olursa olsun" yazılarını bir şekilde mutlaka okutur. Bu yazı da öyle oldu. Çok bilgileneceğimi bildiğim için sindire sindire okumak için iyice yerleştim koltuğa ve başladım okumaya. Tarık Buğra ismi oldukça aşinaydı ama ya da öyle gibiydi ama bu yazıyı okumasaymışım zırcahil kalacakmışım. Okudukça okuyasım geldi. Tarık Buğra' yı daha iyi tanıdım, daha çok sevdim , ve tanıdıkça huzur buldum, yüreklendim.
Şuna inanmışımdır hep: İyi bir şairi ya da yazarı hakkını vererek okurla buluşturmak, daha geniş kitlelere tanıtmak, namuslu yazarların görevidir. Namus borcudur. Şair dostum Ömer Karayılan dabu borcunu hakkıyla ödüyor ve yazar Baha Akıner dostuma önererek bu güzel yazıyı bizlere armağan ediyorlar.
Yazı çok uzun olduğu için tamamını buradan veremiyorum. Kendim için çok hayati önemde bulduğum kısımlarından özet yaparak sizlere sunuyorum ve ben de borcumu kendi çapımda ödemeye çalısıyorum. Tamamını okumak isteyen Baha Akıner' in Facebook sayfasına bakabilir .
Her iki dostuma da sonsuz teşekkürler ediyorum ve değerli yazar TARIK BUĞRA' ya rahmet dileyerek borcumuzu ödemeye başlıyorum. Önce çok kısa bir özgecmis ve sonra sanat anlayışı:
Süleyman Tarık Buğra (d. 2 Eylül 1918 – ö. 26 Şubat 1994), Türk gazeteci ve roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. Çok yönlü bir yazar olan Buğra, özellikle romanlarıyla tanınır. 1991'de devlet sanatçısı unvanı almıştır
Ve Baha Akıner diyor ki:
- Ömer ağabeyim önerdi birkaç gün önce. 26 Şubat, Tarık Buğra'nın ölüm yıl dönümü diye...Buyurun Ömer ağabeyimin kaleminden Tarık Buğra:
'Tarık Buğra deyince aklıma sağ elini yanağına yumruk yaparak yasladığı meşhur fotoğrafındaki gülümseyişi, gözleriyle gülümseyişi gelir daima. Bu duruş, bu bakış onun varoluşunun bir özeti/toplamıdır adeta. Tıpkı göründüğü gibidir; muzip, mahcup, çocuksu, sevecen, babacan, güvenilir…
Başat duygusu sevmektir varlığının, edebi varlığının, fikrî varlığının, insani varlığının. Bu ülkeyi, bu ülkenin insanını, toprağını taşını, ağacını kurdunu kuşunu, katışıksız çıkarsız sever babam sever. Ona göre bir kavak bir diğer kavağa, bir çınar bir diğer çınara ancak bir Erzurumlunun bir Sivaslıya benzediği kadar benzer, her biri farklıdır, her kavağın her çınarın ayrı, özel bir adı olmalıdır...
Bu toprakların ağacı gibi her bir insanı da özeldir, sevilesidir. Türk romanının başyapıtlarından Küçük Ağa’yı bu sevgiyle yazmış, altı yüz yıllık devlet geleneğiyle ayakta kalmış toplumun yeni bir vatan oluşturmasının doğum sancılarını, destansı bir metaforu, tertemiz bir Türkçeyle yorumlamış, “Vurun Kahpeye” ve “Yaban” gibi romanlarla horlanan Anadolu insanının itibarını iade etmiştir...
Döne döne okuduğum Osmancık romanı ile Anadolu’ya çalınan Türklük mayasının ruhunu, aşkın esasını/esrarını, aşkla anlatmıştır...İbiş’in Rüyası’yla aşk ve ihanet açmazını efsane bir aktarışla bize yaşatmış, unutulmaz romanlarına eşsiz bir halka daha eklemiştir. Ama o öyküleri yok mu o öyküleri… Hele “Oğlumuz” öyküsü… Tek başına bu bile Tarık Buğra’yı edebiyatımızın temel taşları arasına oturtmaya yeter
Tarık Buğra'ya göre yazar, "İspatlamaz, gösterir; telkin etmez, düşündürür; hüküm vermez, hüküm vermeye yol açar; iddia etmez, okuyucunun ret ve kabul, hâl ve ruh tercihini serbest bırakan bir dünya kurar. Görevi budur ve bunu başardığı ölçüde değerlidir…"
O’na göre bir edebiyatçı, sanatını politik duygularına kurban etmemelidir. Edebiyatın değiştirme ve dönüştürme gücünü, “Bir modaya, bir ideolojiye hatta bir hizbe” alet etmememiz gerektiğini vurgular ve “Militanlaşmış bir yazar, belki şöhret kazanır ama kendinden ve sanatından çok şey kaybeder” der mesela…
Tarık Buğra; hayatı boyunca sanatın merkezine insanı koymuş, sanatın toplumu etkileyecek bir güce sahip olduğuna inanmış
Tarık Buğra, eserlerinde ideolojik kaygı gütmemiştir. İnsanın sahip olduğu değerleri fark etmesini isteyen bir yazardır. Eserleri; farklı okumalara açık, derinlikli metinlerdir…
Tarık Buğra ki, 'İnsan olunmadan yazar olunmaz' der yine bir röportajında…
O, eserlerinde önce insan olmanın erdemlerini keşfettiren kahramanlar koyar önümüze. Bütün ihanetlerin üzerine, güzel bir arayış yolu izleyerek doğru güzergâhı bulan kahramanlardır bunlar…
Osmancık’tır. Küçük Ağa’dır, Fakir Halit’tir. Ya da Yalnızlar’daki kendisidir…
O’na göre roman, kâinatı ve insanları bir mizaca göre yeniden yaratmaktır. Bu yarattığı mizaç iyi de olabilir, kötü de; solcu da olabilir, sağcı da. Ama fikirlerini birbirine dayatmayan, at gözlüğü takmayan mizaçlar olmalıdır…
Bu noktada insanın kalıba dökülmeyeceğine inanan Tarık Buğra, eserleriyle; inandığı düşüncesini, sağ kesimden olduğu kadar, sol kesime de aktarmayı başarmıştır…
“Dünya'yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz... Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz… Önce bu yüzden küçülüyor, sonra da dünyayı çok büyük görüyoruz...” diyen Tarık Buğra, 1993 yılında aniden rahatsızlanır. Kaldırıldığı Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde kanser teşhisi konur ve tedavisine başlanır. Fakat 29 yıl önce bugün, 26 Şubat 1994'te, tir tir titreten bir İstanbul soğuğunda, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde aramızdan ayrılır."
Saygıyla, sevgiyle....